Ünlü gazeteci ve yazar Yılmaz Özdil, tutuklu bulunan gazeteci Fatih Altaylı’nın dijital yayın platformunda konuk olarak Türkiye’nin siyasi, toplumsal ve tarihsel dönüşümünü tüm boyutlarıyla değerlendirdi. Geniş bir yelpazede konulara değinen..
Ünlü gazeteci ve yazar Yılmaz Özdil, tutuklu bulunan gazeteci Fatih Altaylı’nın dijital yayın platformunda konuk olarak Türkiye’nin siyasi, toplumsal ve tarihsel dönüşümünü tüm boyutlarıyla değerlendirdi.
Geniş bir yelpazede konulara değinen Özdil, özellikle AK Parti dönemine dair eleştirilerini sert cümlelerle ifade etti. Türkiye’nin bugün geldiği noktanın, 2002 yılında başlayan bir sürecin kaçınılmaz sonucu olduğunu söyleyen Özdil, genç kuşakların tarihsel hafızadan koparıldığını, medya ve eğitim politikalarıyla bu kopuşun bilinçli biçimde derinleştirildiğini belirtti.
Programın açılışında, meslektaşı Fatih Altaylı’nın tutukluluğuna değinen Yılmaz Özdil, Altaylı’nın yaşadığı hukuki süreci sadece bireysel değil, gazetecilik mesleği adına bir kırılma anı olarak gördüğünü belirtti. “Eskiden yalnızca yurttaş kimliğimizle endişelenirdik. Bugün ise gazeteciler olarak hem mesleğimiz hem de özgürlüğümüz için kaygı duyuyoruz. Basın, artık yalnızca haber üreten bir mekanizma değil, aynı zamanda ayakta kalma savaşı veren bir alan haline geldi,” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin siyasi yönelimine ilişkin tespitlerinde 3 Kasım 2002 tarihini bir milat olarak kabul eden Özdil, geçen 22 yılda ülkenin her alanda geriye gittiğini savundu. Sağlık sisteminden eğitim politikalarına, hukuk reformlarından medya özgürlüğüne kadar birçok alanda bozulmaların yaşandığını söyledi. “Baktığınızda ‘iyi ki oldu’ diyebileceğimiz tek bir reform, gelişme ya da ilerleme yok. Ülke, sürekli olarak aynı krizleri dönüp dolaşıp yaşıyor ama artık daha derin biçimlerde,” dedi.
Özdil, AK Parti’nin iktidara geldiği dönemde bölücü terörün neredeyse sıfıra inmiş olduğunu, 90’lı yıllarda verilen ağır mücadeleler sayesinde silahlı faaliyetlerin durma noktasına geldiğini hatırlattı. Ancak son 20 yılda izlenen yanlış politikalar nedeniyle terör örgütünün taleplerinin meşrulaşmaya başladığını ifade etti. “Eskiden dağa çıkıp silahla devlete meydan okuyanlar vardı. Şimdi anayasa değişikliği, yerel parlamento, resmi dilin tartışılması gibi talepler aleni biçimde konuşuluyor. Bu, devletin otoritesinin sistemli biçimde aşındırıldığını gösteriyor,” dedi.
Programda Türkiye’nin sosyolojik dönüşümünü de irdeleyen Yılmaz Özdil, özellikle genç nesillerin tarihsel gerçekliklerden koparıldığını belirtti. “Türkiye’nin ortanca yaşı 34. Bugün 43 milyon insan, PKK terörü başladığında ya doğmamıştı ya da çok küçük yaşlardaydı. Bu insanlar, 90’lı yıllarda yaşanan acıların hiçbirini birebir görmedi. Dolayısıyla terörün yakıcı etkisini sadece okuduklarından ya da ailelerinden dinlediklerinden biliyorlar. Bu fark, karar verme süreçlerini etkiliyor,” sözleriyle kuşaklar arası bilgi uçurumuna dikkat çekti.
Kıbrıs meselesine dair yorumlarında, AK Parti döneminde gerçekleştirilen “Yes Annem” kampanyasının genç nesli bilinçli şekilde geçmişten koparmayı amaçladığını öne süren Özdil, “1974 öncesinde yaşanan Rum saldırıları, EOKA terörü gibi olaylar, gençlerin hafızasına kazınmadı. Bu kopuş, devletin resmi politikalarıyla desteklendi. Kampanyaya ‘Yes Annem’ denilmesinin nedeni bile bunu ima ediyor; gençlere geçmişi unutturmak, yaşlıların uyarılarına kulak tıkatmak,” ifadelerini kullandı.
Programın en çok dikkat çeken bölümlerinden biri, Türklük kavramına yönelik eleştirilerdi. Özdil, “Türk” kimliğinin suç gibi gösterilmeye çalışıldığını, anayasal vatandaşlık tanımının saptırıldığını belirtti. “Fransız, Alman, Japon, Arap demek normal; ama Türk diyorsan ırkçılıkla itham ediliyorsun. Bu, sadece PKK’nın değil, aynı zamanda Batı’nın da yıllardır görmek istediği bir tablo. Çünkü Türk kimliği, bu coğrafyada bağımsızlık simgesidir,” dedi. Amerikan büyükelçisinin Osmanlı millet sistemine dair açıklamalarına da atıf yapan Özdil, “Bu sistem, Türk’ün seyreltilmiş halidir. Amaç; ortak kimliği parçalamak ve Türkiye’yi etnik temelde ayrıştırmak,” yorumunu yaptı.
Yılmaz Özdil, son dönemde CHP’li belediyelere yönelik operasyonları da gündeme taşıdı. Ona göre bu operasyonlar, sadece partiyi yıpratmak için değil, aynı zamanda PKK ile yeniden yürütülen barış sürecini kamuoyundan gizlemek için de kullanılıyor. “Daha önce de aynı yöntem izlendi. Ergenekon, Balyoz, Deniz Feneri gibi davalar, kritik siyasi gelişmelerin üzerini örtmek için devreye sokuldu. Şimdi de CHP’li belediyelerin tutuklamaları, başka bir büyük süreci perdelemek için kullanılıyor,” dedi.
Özdil, Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihsel önemine de dikkat çekti. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Lozan Anlaşması’na imza atan, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni sağlayan bir partinin bugün etkisiz hale gelmesinin tesadüf olmadığını söyledi. “Eğer CHP, sağlıklı işleyen, örgütlü ve güçlü bir muhalefet partisi olsaydı; şu anda ne Altaylı tutuklanırdı, ne de Türkiye bu kadar kolay yönlendirilebilirdi. Muhalefetin zaafı, iktidarın en büyük gücüdür,” ifadelerini kullandı.
Konuşmasının sonunda, Türkiye’de toplumu yönlendirme biçimlerine dair tarihsel örnekler veren Özdil, geçmişte şike davasının, Almanya’daki Deniz Feneri soruşturmasının ve FETÖ davalarının da benzer şekilde gündem kaydırma amacı taşıdığını hatırlattı. “Asıl gündem konuşulmasın diye toplumun dikkatini başka yere çekiyorlar. CHP’li belediyeler gündem olurken, arka planda yürütülen büyük siyasi dönüşüm gözden kaçıyor,” yorumunu yaptı.
Bu haber, Fatih Altaylı’nın YouTube kanalındaki yayından derlenmiştir. İlgili içeriğe buradan ulaşabilirsiniz.
Ünlü ekonomist Selçuk Geçer, “Küresel tansiyon yükseliyor, bu da doğrudan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri etkiliyor” diyerek kur krizine dikkat çekti. Detaylara buradan ulaşabilirsiniz.
Her türlü soru, görüş ve önerileriniz için aşağıdaki form üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)